16 Şubat 2013 Cumartesi

One Day

One Day - Twenty years, two people..


Dımdırım dırımmm..
Yine bal kaymak tadında bir film ile karşınızdayım. Sanki bal kaymağı çok seviyormuşum da sürekli yazıyorum bu cümleyi, ama öyle değil. Bundan sonra tereyağı ve reçel tadında yazsam olur mu? Hayır olmadı.

One Day, The Notebook'tan sonra en sevdiğim romantik filmler kulvarında 2. sıraya yerleşti. Tabii ki yeni izlemedim, sinemada izledim filmi ve ağladığımı hatırlıyorum sonunda. Çağla'cım sende her şeye ağlıyorsun yahu, demeyin sakın. Çok ama çok alınırım. Filmleri izlemekten öte yaşıyorum ben.

Peki bu filmi izlemeye nasıl karar verdim?

Varan1 Anna Hathaway başrolde, bu kadını o kadar seviyorum o kadar seviyorum ki nedenini hiç bilmesem de bu kadının oynadığı her filme hiç düşünmeden evet! İlk Acemi Prenses'te tanımıştık kendisini. Çirkin ama içinde dışarı çıkmayı bekleyen bir güzellik barındıran kendi halinde yaşayan bir liseliyi canlandırıyor, daha sonra prenses olduğunu öğrenip güzelleşiyordu. O filmi de çok sevmiştim bilindik romantik komedi filmleri tadında tatlıydı. Ama bu kadın benim kalbimde Şeytan Marka Giyer filminde taht kurdu. Hikaye yine aynı aslında, film başında paspal, kendine bakmayan bakımsız bir kadınken Runaway adlı moda dergisinde çalışmaya başlayınca kızımız evrim geçiriyordu. Film harika! Şuanda bir sonraki postun bu film olacağına karar verdim.

Varan2 o film afişi nasıl güzeldir öyle? Önce kitapçıda gezinirken gördüm bu afişi yine kitap kapağında da var. Ve dikkatimi çekti aldım okudum büyükte zevkle okudum, sonra öğrendim ki aslında bir filmmiş durmadım, koştum, dağları deldim izledim. Ve bu mükemmel filmi hafızama kazımış oldum. Afiş yukarıdaki görsel bu arada. Evet beğendiniz biliyorum.

Filmin konusuna gelirsek..
Bir kız olarak sevgilimin aynı zamanda çok iyi anlaştığım, çok eğlendiğim en yakın arkadaşım gibi olmasını istemişimdir hep. Film ise iki arkadaşın birbirine olan aşklarını anlatıyor. Yalnız o kadar yalın, o kadar abartısız anlatılıyor ki, evet ya diyorsunuz. Gerçekte de hep böyle olmaz mı?
Kızımız Emma, oğlumuz Dexter ( Dexter deyip geçmeyin Jim Stugerss bu çocuk. Amma da yakışıklı hani. Severim kendilerini.) aynı üniversiteden mezun oldukları gece bir yakınlaşma yaşarlar ama bu yakınlaşma ne yazık ki yakınlaşamama olayına dönüşür. Ve o geceden sonra arkadaş kalmaya karar verirler. Dexter ailesi zengin, öz güveni tam, yakışıklı mı yakışıklı bir o kadarda şımarık bir çocuktur. Emma ise kendi halinde, ayakları üzerinde durmaya çalışan ailesinden ayrı yaşayan duygusal ve özgür ruhlu bir kızdır. Dexter'e de aşıktır sular seller gibi şiirler bilmemneler yazar hep. Göreceksiniz zaten. Filmde bunu çok açık bir şekilde anlayabiliyoruz. Emma Dexter'in hep yanında olmuştur, iyi anında kötü anında huysuz anında, başkaları ile sevişirken, ona rüşvet teklif ederken ve daha bir çok anda.. Dexter ise Emma'ya çok bağlı bir şekilde her gün başka bir kızla, her istediğini yaparak hayatını geçirirken kariyerini, evliliğini ve ailesini yok ettiğinin farkına varamaz. Bunu fark ettiğinde ise sığınacağı tek kişi Emma'dır. Fakat uzun yıllardır beklediği Dexter'i evlenince Emma başka biri ile beraber olmaya başlar, ve mutludur da - ya da öyle görünmek istiyordur- Dexter, boşanıp Emma'nın yanına koşarak geldiğinde bu gerçek ile karşı karşıya kalır. Fakat ne olur ne olmaz bu aşık kuşlar itiraf ederler sonunda, Dexter doğru yolu bulur evlenirler, Dexter umursamaz bir adam olan kısmını geride bırakır ve Emma için tamamen değişip mükemmel bir erkek haline gelir. (Beyler bakın isteyince oluyor.) Her şey yolunda giderken bizim aşıklarımız tam kavuşmuşken, filmin gerçekçi olduğunu söylemiştim yukarıda. Ayrılmak zorunda kalırlar, ama bu ayrılır öyle sevmiyorum artık çek git cinsinden değil.


Emma'yı özlüyor musun baba?
- Elbette özlüyorum, o benim en yakın dostumdu.
Şimdi en yakın dostun kim peki?
- E herhalde sensin.


Film yavaş ilerliyor fakat sıkılmayacağınızın garantisini verebilirim, her anı tek tek konuya katmayarak, yıllara göre ilerliyor film, 20 yılı yaya yaya anlatıyor bize. 20 yılda insanların yaşadıkları iniş çıkışları, değişen duyguları, hayat şartlarını vurguluyor. 90'ların da ruhunu seviyorum diyorsanız eğleneceğinize eminim.
Benim en sevdiğim sahneler Emma ve Dexter'in beraber tatile gittikleri sahneler olmuştu. Ve şu repliği asla unutamam sanırım.

Yarın ne olursa olsun bugün yaşanmış olacak.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder